SEN ÜZÜLME BEN VARIM
“Memleket”i “Memleket” yapanlar tek tek gidiyor bu
günlerde… Çocukluğumu hatırlarım hep. Son darbenin öncesini. Bırak tüyün
bitmesini tüyün ne olduğunu bilmediğim zamanlardı. Güzel günlerdi. En
basitinden çocuktum. Her şeyi yeni keşfediyordum. Ters tutulan sapanın gözü
morartacağını, kışın deniz kenarında yürürken denize atlamaya kalkarsam üşüyüp
zatürre olacağımı, kiraz ağacının ince dalındakileri yemeye kalkarsam kıç üstü
yeri boylayacağımı ya da en güzel böğürtlenlerin en üst dallarda olduğunu ama
onları yemek için kollarında çizikler oluşmasına razı olmam gerektiğini.
Aksaray altgeçitinden alınan ilk bisiklete iki koltuğu olsa da beş kişi
binilmeyeceğini, binersen bisikletin ortadan ikiye ayrılacağını ya da Güzelyalı Plajı’na kapıdan alınmayınca duvardan kayarak girmeye
kalkınca mayomun kıçının yırtılacağını, bütün plajın kıçı yırtık mayoyu görünce
kahkahayı basacağını yeni öğreniyordum.
O zamanlar solcu geçinen, şimdi kafa tokuşturan dört dayı ayrı kurtarıyordu
memleketi, ülkücü geçinen arkadaşları ayrı. Aynı odada aynı şarkıyı
dinliyorlardı hep bir ağızdan, hepsinin ağzında aynı sözler: “Bir başkadır
benim memleketim”. “Memleket” vardı herkes kendine göre sahip çıkıyor, herkes
kendine göre kurtarıyordu. Kimse kimseye karışmıyordu. Herkes kendine göre
takılıyordu. Doğru ya herkese göre başkaydı “Memleket”i. Aklıma gelmişken bir
de Ayşe’nin tatile çıktığı günleri hatırlarım hayal meyal. Tabi ben Ayşe’nin
tatile çıkmasının ne anlama geldiğini çooook ama çok zaman sonra öğrendim o zamanlar
anlam verememiştim dayıların evdeki floresan lambaları mavi defter kaplarıyla
kaplamalarına… Meğer Gölcük’te üs varmış, ev yakınmış, saldırı olurmuş,
karartma varmış… Yıllaar yıllar sonra öğrendim. Okulda değil, kendi merakımdan.
O tür şeyler tarih sayılmıyormuş.
Az gittik uz gittik dere tepe güz gittik ben dünyayı
anlamlandırmaya, kendimi konumlandırmaya çalışırken günlerden bir gün Polis
Ahmet (babam olur) bir gün işe gitti. Gidiş o gidiş ancak bir hafta sonra
görebildik yüzünü. Yer: Bir gelip bir daha gidemediğim, ölene kadar da
gidebileceğimi düşünmediğim İzmir. Yıl: 1980. Aylardan Eylül. Günlerden 12.
Bildiniz siz onu. Daha fazla söylemeye gerek yok. “Memleket”in çivisinin
yerinden ilk oynadığı gün. Yani bugünün temeline kahrolası harcın konulduğu
gün. “Memleket” adına “Memleket”e yapılan tarihin en büyük kötülüğü… O gün
yüzünden hep ben ve benim yaşımdakilerin kötü talihini düşürün dururum. Okuyabildiğin
en ağır kitap Çocuk Kalbi (Edmond De Amicis. Benden daha fazla nefret eden bir
kişi var mıdır acaba? Belki yüz kez okumaya başladım belki yüz kez ancak 20.
Sayfaya kadar sabredebildim. Her seferinde elimden attım. Sonunda sınıfı geçmek
için arkadaşımın yazdığı özeti aldım üstünde biraz oynadım temiz ödev diye
verdim. Yırttım. İşin komiği geçenlerde annemlerin evinde boya badana vardı.
Bütün ev yerinden oynadı. Kutulardan birinde çıktı. Şaşırdım ne yapsam diye. Atsam
mı? Antika niyetine saklasam mı? Karar veremedim. Hala annemlerde duruyor.
Benim kararımı bekliyor), konuşacak bir konu yok, dünyaya hakim olan akımlar
hakkında bir bilgin yok. Yok oğlu yok. O kuşağın beyni öğrenmeye en açık
döneminde “yasak” nedir onu öğrenebildi ancak. Darbelerin kötülüğünün
tartışıldığı derslerde fikirlerini söyledi diye ders sonrasında disipline
verildi. Koskoca bir kuşak Marx’ı çikolata sandı, Engels’i de melek.
Çivi bir kez oynadı yerinden. Tarladaki fareleri idam
edince –ki bazıları yaşı gelmeden- yılanlar çoğaldı, yılanlar en sonunda
“Memleket”i bastı. “Doğal seleksiyon”. Allahtan biraz biyoloji öğrettiler. Her
gelen çiviye bir el attı. Her gelen çiviyi sağlamlaştırmak yerine daha da
gevşetti. Yıllar geçti çivi çıktı. Bu da yetmedi, çiviyi yok edene kadar
uğraştı gelenler. Anlayacağınız çivinin başına gelen pişmiş tavuğun başına
gelmedi. Yok oldu çivi. Eritilmeden, ezilip ufaltılarak.
Hayat bu, her şey insanlar için o yüzden hiçbirşeye
şaşırmayacaksın, hatta şimdilerin tikilerinin dediği gibi “İnanmıyoruuuuum”
demeyeceksin. “Memleket”i “Memleket” yapan herkes tek tek gitmeye başladı.
Geriye zibidiler kaldı. Zibidi dediğin omurgası olmayan, sümüksü, terliksi,
gerektiği şekle giren yaratık (hayvanlara hakaret olmasın). Her türlü ortama
ayak uyduran bu yaratığın en iyi becerdiği iş durumdan vazife çıkartmak, en büyük vazifesi pantolon, palto, mont,
çeket, gömlek, biiiip deliği ve bilimum yerlerdeki –gizliler de dahil-
ceplerini duruma göre yeşil, duruma göre mor, duruma göre “Memleket”i kurana
hakaret etmiş kişinin resminin olduğu dikdörtgen kağıt parçalarıyla doldurmak.
En büyük yalanı “Memleket” sevgisi.
Ayten Ablam “Terk-i Memleket eyledi”. Zibidi arkadaşlar
akşamdan beri yıktı ortalığı. Televizyon kanalları, sosyal medya zımbırtıları,
feysbuklar, tivittırlar yıkıldı. “Bir başkadır benim memleketim” diye.
“Memleket” eskiden de herkese göre bir başkaydı. Kurtarmak için. Şimdi de
herkese göre başka. Tek fark var. Şimdikilerin derdi kurtarmak değil, kendine
yontmak nalıncı keseri gibi. Ne kadar kopartırsan kar “Memleket”ten. “Memleket”
yanmış, bitmiş, harap olmuş, çevresi bitmiş, çoraklaşmış, dereleri kurumuş,
tarlaları çöl olmuş, havası kirlenmiş, denizi imamın abdest suyuna dönmüş
dönmüş önemli değil. Önemli olan zibidi efendinin bunlardan biiiip’inin
deliğine ne kadar dikdörtgen kağıt doldurduğu. Bu zibidiler Ayten Abla’nın
bütün şarkılarını bilmiyor. Ayten Ablam “Bir başkadır benim memleketim”
dedikten sonra bir şarkı daha söyledi:
“Bir akşam gözünde aşk tüterse,
Geçmiş günler aklından geçerse
Kalbin bomboş ümitler biterse
SEN ÜZÜLME BEN VARIM”
Ne güzel bir ümitle bitirmişsin yazını çok beğendim... Sen üzülme ben varım!!! Ayten Alpman huzur içinde yatsın...
YanıtlaSil:)
YanıtlaSil